Benjamin Button filmini izleyenler bilir. İzlemeyenler için de kısaca bahsedeyim… Gösterime girdiği anda büyük beğeni toplayan ve ilgi çeken filmin ana teması hayatı tersten yaşamak üzerine. Çok yaşlı ve sakat bir adam olarak doğan ve yıllar ilerledikçe gençleşen, sıhhatini kazanan ve daha sonra da çocuklaşan Benjamin Button’ın yaşam öyküsünü anlatır. Filmi izleyenler şu replikleri de hatırlayacaklardır; “Her ne olursa olsun, kendin olmak için asla geç değildir. Ya da benim durumumda asla erken değildir. Bunun zamanı yoktur, istediğin zaman başlayabilirsin. Değişebilir ya da aynı kalabilirsin.” Çok güzel bir yapıt, tekrar tekrar izlenebilecek türlerden. Zamanda yolculuk, bilim kurgu, geçmiş ya da gelecekle ilgili birçok filmi izlemişizdir. Ancak bu filmi farklı kılan, başkarakter için zamanın tersten işlemesi, yaşlı olarak doğup, yaşadıkça gençleşmesi, sakatlığının düzelmesi, sonra çocuk olması, daha sonra bebek ve nihayetinde yok olması. Yani yokluğun ya da ölümün başka bir boyutuna geçmesi.
Şimdi geçmişte izlenmiş bir filmi neden anlatıyorum? Çünkü günümüze başka bir açıdan uyarlamak için! Çünkü sondan başa dönüş üzerine kurulu bu filmdeki hayata dair mesajlara dikkat çekmek için! Normal hayatta insan doğar, büyür ve ölür. Doğduğumuz andan itibaren öğrenerek büyürüz. Sonra da öğrendiklerimizi bizden sonraki nesile tecrübe olarak aktarırız. Bu şimdiye kadar alışılagelmiş bir hayat döngüsü idi. Acaba bunun tam tersi olsaydı, yani zaman tersten işleseydi, Benjamin Button gibi yaşlı biri olarak doğup, varoluşun bir öncesindeki boyutuna geçseydik ne olurdu? Eminim şimdiki aklımızla geçmişte yaptığımız hataları yapmaz, eksikliklerimizi tamamlardık.
Nasıl, niçin, nereden geldiğini anlayamadığımız, milyonlarca insanın ölümüne sebep olan, özgürlükleri kısıtlayan, insanları evlerine hapseden, ekonomileri sarsan, ne zaman biteceğini tahmin bile edemediğimiz bir salgın yaşıyoruz. Bu salgınla birlikte hayatlarımızda çok şey değişti. Görünen o ki daha da çok şey değişecek. Gerek ekonomik, gerek sosyolojik gerekse teknolojik her şeyi değiştiren yeni bir çağdayız. Digital Çağ! Yeni bir evre, yeni bir sistem. Henüz neler getirecek, neler götürecek bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey pandemi ile birlikte digitalleşmeye hızlı geçiş yaptığımız. Hani deniyor ya ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’! Belli ki olmayacak. Sağlık başta olmak üzere yaşamlarımızla, uzaktan, sanal ve mesafeli bir hayatla başka bir anlamda sabrımızla sınanıyoruz. Dile kolay alışkanlıklarımızı değiştiriyoruz. Sıcak, samimi, içli dışlı bir yaşam tarzını benimsemiş bir toplum olarak bizim için hiç de kolay olmayacak bambaşka bir hayata geçiş yapıyoruz. Bu süreç zor bir süreç, en az hasarla atlatmanın sınavını veriyoruz.
Biliyoruz geçişler sancılıdır ama her şeye rağmen hayat devam ediyor. Artılarıyla, eksileriyle! İnsanız nihayetinde, duygularımızla hareket ediyoruz. Dünya digitalleşirken insan da bu yeniçağa ayak uydurmak için çaba sarf ediyor. Bu çabada en çok da belli bir yaş üstü zorlanıyor. Bilmedikleri, görmedikleri yeni dünyayı keşfetmeye çalışıyorlar. Etrafımızda yeni Benjaminler türüyor. Şimdi diyeceksiniz ki, bu Benjaminler kim? Neredeler? Nasıl çıktılar? Onlar içimizde, onlar bizim değerlilerimiz, annelerimiz, babalarımız, anneannelerimiz, babaannelerimiz, dedelerimiz, komşularımız yani büyüklerimiz. Son zamanlarda onları her yerde gördük, varlıklarını her yerde hissettik. Neredeyse bir yıldır salgınla ilgili alınan tedbirlerde 65 yaş üstünü konuştuk. Bizler için ne kadar değerli olduklarını bir kez daha hatırladık. Şimdi onlar bir başka mücadele veriyorlar. Teknolojik mücadele! Birçoğu çoktan hevesli. Eline akıllı telefonunu alan, tabletini alan büyüklerimiz ‘evladım şunu bir öğretsene’ diye çocuklarından yardım talep ediyor. Eskiden küçükler büyüklere ayak uydurmak zorunda idi, şimdi büyükler küçüklere. Artık küçükler büyüklere özenmiyor, büyükler küçüklere özeniyor.
Pandemi ile birlikte alınan tedbirler yeni yeni uygulamaları da beraberinde getirdi. Evden çalışmadan, kurum ve alışveriş merkezlerine girişlerdeki kare kod uygulamalarına, online randevudan, temel gıda ihtiyaçlarını evlere servis etmeye kadar her şey elimizin altında. O kadar evimizin içine girdi ki markete bile gitmeye gerek kalmadı. Evde süt mü bitti, iste online gelsin! Parmaklarımızın dokunması yeterli. Artık bunlar hayatımızın bir parçası haline geldi. Bunları yapabilmek için de teknolojiyi bilmek ve yakından takip etmek gerekiyor. Diyeceksiniz ki bunları zaten yapıyorduk. Evet, yapıyorduk ama belli bir yaş üstü bu dönüşüme o kadar da ilgili değildi. Bakkal Mehmet Bey’e ‘nasılsın, işler nasıl, hayırlı kazançlar’ demeden bu işler nasıl yapılacaktı? Hiç mahalle bakkalıyla muhabbetin yerini tutar mı? Elbette hayır! Ama sabah akşam öyle seçenekler sunuluyor ki sistem sizi adeta içine çekiyor. Şimdi onlar da değişime ve dönüşeme ayak uydurmak zorunda. Genç beyinler bu işi çabuk kavrıyor, sisteme uyum sağlıyor. Ya belli bir yaş üstü? Onlar için de iş başa düştü… Çağın gerisinde kalmamak adına yeni Benjaminler de teknoloji ile tanışmaya başladılar. Akıllı telefonlarıyla dünyayı keşfediyorlar. Birçoğu görüntülü konuşmayı öğrendi, bazıları selfie çekip sosyal medyada paylaşıyor, kimisi de AVM’lere girişte uzun kuyruklar oluşturup kare kodlarını gösteriyor. Teknolojiden en iyi anlayan küçükler büyüklerine tercüman oluyor. Kim derdi ki bir gün teknolojiyi iyi kullanan gençler büyüklere tecrübesini aktaracak! Kim derdi ki büyüklerin yanında kahve bile içemeyen bir kültürün çocukları şimdi büyüklerinin bir bileni olacak!
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Zamanla birlikte insan mekanizması artık eskisi kadar çalışamıyor, beyin ve vücut o kadar öğrenmeye açık olamıyor, kabul… Ama sınırları da biraz zorlamak gerekiyor. Benjamin Button filmdeki ‘değişebilir ya da aynı kalabilirsin’ repliği bana göre çok önemli bir cümledir. Değişirsek ne olur, aynı kalırsak ne olur? Bunu tahlil etmek o kadar da zor değil. Etrafımızda kendini değiştirmeyen, geliştirmeyen daha açık bir ifadeyle dünyaya geldiği haliyle kalan insan örneklerinden çok fazla var. Digitalleşmede teknolojiye ayak uydurmak olmazsa olmazımız. Ya bu değişime ayak uyduracağız ya da modası geçmiş bir şekilde yaşayacağız.Değişime direnmeyen yeni Benjaminler hayatlarını daha bilinçli yaşarken, direnenler sadece seyirci olarak kalacaklar. Oyuncu mu, seyirci mi olacağımıza karar vermek gerekiyor. Artık hayat döngüsü büyükler ile küçükler arasındaki bilişim dengesi yeni çağ ile birlikte değişti. Belki de zaman fizyolojik olmasa bile düşünsel olarak tersine akacak. Değişim iyidir, rutini bozar, canlılık katar, heyecan verir. Belli bir dozda biraz heves, biraz çaba bu işin gençlik iksiri olacaktır.