Birçok unutulmayan karaktere can verdiniz. “Cerrahpaşalı Halit” karakteriyle unutulmaz bir role imza attınız. Sizin için unutamadığınız, en çok sizi etkileyen rolünüz/projeniz hangisidir?
Keşke bunu önceden düşünseydim… Çünkü benim için hepsi ayrı ayrı kıymetlidir. Yani hiçbir karakterimin arasında ayrım yapamıyorum çünkü hepsi benim çocuğum gibi. Ama en sevdiğim karakter çok berbat bir iş olmasına rağmen bir köyün delisini oynadığım Neşet Ertaş hayranı bir deli… Onu da zaten Neşet Ertaş’ın memleketinde, Kırşehir’de çektik. En çok onu sevmiştim, çok severek oynamıştım çünkü o kadar özgürdüm ki beni kimse sorgulayamıyordu. Örneğin abuk subuk bir hareket yapıyordum yönetmen “Niye böyle bir şey yaptın?” dediğinde “Deliyi mi sorguluyorsun?” demiştim ona, sustu. Yani çok severek oynadığım, en güzel karakter bence oydu.
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
Oyuncu olmaya ben karar vermedim beni hayat zorladı diyebilirim. Yani bu gerçekten uzun bir hikaye… Ailemde zaten oyuncular var; annem bir balerin, teyzem Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kurucularından. Sanırım genlerimde vardı. Sanırım 14 ya da 15 yaşındayken bir gün babam beni evden kovdu. Ben de Üsküdar Şehir Tiyatrosu’na gittim. Her zaman gittiğim bir yerdi zaten oyun izlemek için, bekçinin kapısını çaldım. “Abi,” dedim, “burada kalabilir miyim?”. “Oğlum,” dedi, “ailen” falan filan, neyse çok uzatmayalım buralarını, orada kalmaya başladım ve oyun izliyorum, orayı süpürüyorum oyundan sonra falan ve orada yaşıyorum yani bir yandan da okuyorum. Ailemle bir kopukluk dönemim diyelim. O sıra bir çocuk oyunu çalışıyorlar. Bir çocuk, başrol bir de biraz kabiliyetsizdi sanırım ya da şımarıktı bilemiyorum. Ben de devamlı izlediğim için artık her şeyi biliyorum. Replikleri biliyorum, hareketleri biliyorum falan. Yönetmen döndü “Şuradaki temizlikçi çocuk bile senden daha iyi oynar” dedi çocuğa. Çocuk da şımarık bir tarzda dedi ki “Yok artık hocam.” Yönetmen bana “Evladım, gel bakalım” dedi bana. Nasıl çıktım o sahneye bilmiyorum, çıkışım o çıkıştır. Gerçek anlamda böyle başladım. Sanırım başarılı oldum ya da hocanın istediğini verdim ki o oyunda başrolü ben oynadım ve ondan sonra Üsküdar Şehir Tiyatrosu’nda bütün çocuk oyunlarında oynadım. Benim konservatuvarım orası.
Ağırlıklı olarak zor karakter olarak tanımlanan kötü karakterlerde rol alıyorsunuz. Bu durum sosyal hayatınızı etkiliyor mu?
Beni değil de eşlerimi etkiledi (gülüyor). Beni çok etkilemiyor çünkü dediğin gibi kötü karakterlerden insanlar biraz korkar, tırsar; ben de onu yaşıyorum. Ama eşlerim dışarıdan, “Evde de böyle mi?”, “Sizi dövüyor mu?” gibi sorularla karşılaşıyorlarmış. Yani zorluğunu ben değil eşlerim yaşıyor. Eşlerim derken o anki eşlerimden bahsediyorum. Altı kere evlenip ayrıldığım için…
Bir idolünüz var mı ya da beraber rol almak istediğiniz bir oyuncu?
Robert De Niro’yla oynamak isterdim. Tanıştım ama oynayamadım. Kendisiyle Bodrum’da tanıştım, çok keyifli bir sohbetimiz oldu ve çok enteresan bir şey söylemişti bana. “Evladım, 42 yaşına kadar bir şey yakaladın yakaladın, yakalayamadın boş ver bırak gitsin” dedi ve Kurtlar Vadisi’ndeki çıkışımı tam 42 yaşımda yakaladım. Benim için çok önemlidir… Türkiye’de ise artık şu anda herhangi bir idolüm yok, geçmişte evet vardı. Tarık Akan’la, Yılmaz Güney’le oynamak isterdim. Gerçek idollerim onlardır.
42 yaş gerçekten bir dönümmüş, çok etkileyici…
Evet, öyleydi. Kalp krizi geçirdiğim yıl da oydu. 41 kere maşallah derler ya, benimki 42 kere maşallah oldu.
Popüler kültür sinema sektörünü nasıl etkiliyor?
Hiçbir fikrim yok (gülüyor) çünkü sinemaya gitmiyorum. Gerçekten gitmiyorum. Sinemalarda ne oynuyor ne oynamıyor bilmiyorum. Ama bir gelişme olduğunu hissediyorum. Yurtdışında artık birtakım filmlerimiz ödül almaya başladı. Yönetmeni, senaryosu, başrol erkek oyuncusu ya da başrol kadın oyuncusu… Yani ödül alınabiliyorsa demek ki bir gelişme var.
Oynamayı istediğiniz bir rol var mı?
Ne gelirse başımın üstünde yeri var (gülüyor). Altından kalkmaya çalışırım ama özellikle şunu oynamak istiyorum dediğim bir şey yok gerçekten.
Sizin için rollerde değişiklik olması güzel bir şey mi?
Kesinlikle, tabii ki. Yani ben “mahallenizin kötü adamı” ya da “evinizin mafyası” falan olmak istemiyorum. Ben değişik değişik kategorilerde değişik karakterleri oynamak istiyorum. Yani ben de kötü karakter olarak kaldım. Tipim bozuk olduğu için hep kötü oynatıyorlar bana (gülüyor). Ben çocuğuma bile oynadığım projeleri elimde silah var diye izletmiyorum. Evde silah arıyorlar ondan sonra. “Babamın tabancası nerede?” diye benim oğlum çok koşturdu.Bu çeşitlilik hem sizin kendinizi bir oyuncu olarak aktif tutmanız açısından, hem de başkalarının sizi farklı bir şekilde görmesi açısından güzel bir şey.Aktörlüğün verdiği bir şey var. Ben konservatuvar mezunu değilim ama büyük ustalarla oynadım. Hepsinden bir şeyler aldım. Benim için trajikomik bir anekdot anlatayım. Rahmetli Nejat Uygur’la uzun zaman bir oyun çalıştık, ilk perdede ben kovuldum. Onun bana attığı açmazı aldım; yuvarladım toparladım ona geri attım. Ondan fazla alkış aldım diye perde arasında kovdu beni. Bu da güzel bir dersti. Ben Devekuşu Kabare’de oynadım. O zaman çok gençtim. Zeki Alasya ve Metin Akpınar ile birlikte sahne paylaşmanın keyfini yaşadım. Bunlar güzel şeyler. Bu kadar doluyken neden böyle elinde silah, onu bunu vuran bir adam olayım? Beni üzen bu, tek bir şeye indirgenmek. Maalesef yaşıyoruz bunu.
Yaklaşık 2 yıldır korona virüs etkisi altında yaşamımızı sürdürüyoruz. Bu dönemden sektörünüz nasıl etkilendi?
Yaşamımızı süründürüyoruz diyelim… Sektörümüz çok fazla etkilenmedi. Daha çok sahne sanatlarından müzisyenler etkilendi, sadece tiyatro yapanlar etkilendi ama dizi sektörü dediğimiz; mankenden, şarkıcıdan oluşma, yakışıklı erkeklerden ve güzel kadınlardan oluşan o sektör pek de etkilenmedi, devam ettiler. Ama beni etkiledi, kötü adama ihtiyaç duymadılar galiba (gülüyor).