Emre Alkin’le hayata, gündeme, ekonomiye dair…
Türkiye’nin en önemli ekonomistlerinden biri Prof. Dr. Emre Alkin… Hem ekonomist, aynı zamanda akademisyen, yazar, müzisyen. Spor da hayatının önemli bir parçası… Peki, nasıl bir baba, nasıl bir çocukluk geçirdi? Babalar Günü’ne özel gerçekleştirdiğimiz röportajda Emre Alkin’i daha yakından tanıma fırsatı yakaladık. Gündeme ve geleceğe ilişkin önemli görüşlerini aldık…
Akademisyen, yazar, ekonomist gibi birçok kimliğe sahip birisiniz. Peki, nasıl bir babasınız?
Benim babam iyi bir insandı. Ancak ailesinden önce öğrencileri ve mesleği gelirdi. Sosyal olarak babamla çok fazla vakit geçirdiğimi hatırlamıyorum. Ben çocuklarımla bu konuda çok fazla vakit geçirebildim. Çocuklarına sesini yükselten bir baba da değilim. Onları güzelliklere özendirmeye çalışan bir babayım. Benim gibi olsunlar diye diretmiyorum.
Her ikisiyle de müzik ve spor üzerine sohbetler yapıp, paylaşımlar gerçekleştirebiliyoruz. Büyük oğlumla sohbetlerimiz genellikle insanların davranışları üzerine olurken, küçük oğlumla da seyahatler üzerine konuşabiliyoruz.
Babanız Türkiye’nin en önemli ekonomistlerinden Erdoğan Alkin… Çocukluğunuzda babanızın hangi davranışlarını örnek alırdınız ya da anlamlandıramazdınız?
Ben babamın rahatlığını anlamazdım… Ancak yaşım ilerledikçe onun bu davranışının bilgelikten kaynaklandığını anladım. Bu benim için önemli bir keşif oldu. Babamla ilgili ne kadar çok düşündüğüm şeyler varsa zamanla onu anladım. Doğruyu kendi kendimize bulmamız için çok çabaladığını ve bir baba olarak kendi evlatlarıma da aynı metodu uygularken kalbimin çarpmasını, içimdeki heyecanı bastırmanın ne kadar zor olduğunu şimdi anlayabiliyorum. Annemle babamın felsefesi şuydu; önce üzül, sonra sevin. Balık tutmayı mı öğretmelisiniz, balık mı vereceksinizi? Balık verirseniz önce seviniyorsunuz ancak sonra üzülüyorsunuz. Çünkü çocuk hiçbir zaman balık tutmayı öğrenmemiş olacak. Balık tutmayı öğretmek meşakkatlidir, zordur ancak zamanla tutmayı öğrenecektir. Bunu yapmak büyük bir sevgiden kaynaklanıyor. Çocuklara, anne babalarına mecbur kalmadan hayatlarını idame etmelerini, yuvadan uçup gitmelerini sağlıyor.
Programlı bir hayat mı yaşamayı tercih edersiniz, hayatı akışına bırakmayı mı?
Bu konuda oldukça programlı bir adam olduğumu söyleyebilirim. Birçok işi bir gün içerisinde bitirmek zorundayım. Bu nedenle geç kalanlardan hiç hoşlanmam. Geç kalmayı da hiç sevmem. Şartlar uygun değilse de bir işe başlamam. Herhangi bir konuda başarısız olacağını anladığı zaman da fazla üstelemez. Dolayısıyla Emre Alkin’in hayatla ilgili yaklaşımı sürekli keşiftir. Niçin beklemem gerektiğini ve koşturmam gerektiğini çok iyi biliyorum. Bazı şeylerin arkasından koşturunca gerçekleşiyor, bazıları da bekleyince… Bu tabi yaşam ve yaşla edinen tecrübeyle gerçekleşiyor.
Türkiye, tüm dünya gibi korona virüs ile mücadele ediyor. Ekonomide, ihracatta, üretimde, istihdamda ve birçok alanda zarara neden oldu. Bu durumdan Türkiye nasıl toparlanarak çıkacak?
Türkiye şimdiye kadar karşılaşılan sorunlardan nasıl toparlanarak çıktıysa, bu durumda da aynısı olacaktır. Korona virüs sırasında bu güne kadar hiç spor yapmamış olanlar spor yapmayı öğrendi, insanlar kendileriyle yüzleşmeyi öğrendi, insanlar bazı harcamaların ne kadar gereksiz olduğunu öğrendi. Korona virüsün etkisiyle ekolojik denge de değişti. Mesela, İstanbul’da yunus balıkları hiç bu kadar yakından görülmemişti. Ancak her şey normale döndüğünde insanlarda tekrar bir rehavet olacaktır.
İnsanlar bu dönemde neyi anladılar?
Bu kadar çok metrekareye sahip olmanın gerekli olmadığını anladılar. Kötü dijital altyapının insanların başına bela açabileceğini anladık, insanları çok fazla çalıştırmanın gerekmediğini anladık, şirketleri yönetirken kişiyi değil işi kontrol etmenin gerektiğini anladık. Ayrıca obezite oranın ne kadar yüksek olduğunu öğrendik. Sağlığın ne kadar önemli olduğunu anladık. Genel olarak, iş, aile, kişilik ve gerçeklerle yüzleştiğimiz bir süreç oldu. Bu yüzleşme kötü bir anlam değil, aksine kendimizi sevmeyi öğrendik.
Korona virüsün yankılarından en çok etkilenen sektörlerden biri de kuyumculuk sektörü oldu. Sektörün ne zaman toparlanmasını öngörüyorsunuz?
Kuyumculuk ve mücevherat sektörü dünyada en çabuk toparlanacak olan sektörler arasında görülmesine rağmen, dünyaya nazaran Türkiye Cumhuriyeti’nde biraz gecikmeli olarak toparlanacak. Sebebi de; Türkiye’de kuyum bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzını da para durumu belirliyor. Şu anda genel olarak mali bir daralma var. Düğün sezonu ertelendi, hal böyle olurken toparlanmanın bu sene Ekim-Kasım aylarında yaşanacağını öngörüyorum.
Altın fiyatları nasıl bir seyir izleyecek?
Altın fiyatları uluslararası piyasalarda belirleniyor. Ama mücevherat fiyatlarını ise tasarım ve işçilik belirler. Tasarım var olduğu sürece fiyatların geriye gelmesi imkansız.
Türkiye’de kuyumculuk ve tasarımcı anlamında dünya markası olan çok fazla isim yok. Bu durum ihracatı ve sektörün gelişimini nasıl etkiliyor?
İhracatı fazlasıyla etkiliyor. Mesela Sevan Bıçakçı gibi çok önemli tasarımcılarımız var. Hem karakter hem de mesleki olarak önemli bir isim. Bu anlamda meslek liselerinin de açılması gerektiğini düşünüyorum. Kuyum ve mücevherat sektörüne tasarımcı yetiştirmemiz için bizim ortamımızın; özgürlükçü, adaletli ve bol eğitimli olması gerekir. Başka türlü tasarımcı yetiştiremeyiz. Tasarımcıların yetişmesi için hür bir ortamda yaşamaları, adaletli bir şekilde eğitilmeleri gerekir. Tasarımcıların etkileneceği her şey yok oluyor. Doğa kirleniyor, insanlar öfkeli, mutsuzluk hakim. Bu tür ortamlardan güzel tasarımlar çıkamayabilir. Bu nedenle gençlere çok daha güzel bir gelecek yaratmamız lazım.
Kuyumculuk sektörünün ihracat çalışmalarını, markalaşma girişimlerini, tasarımlarını nasıl buluyorsunuz?
Dünya çapında önemli kuyum markalarının bugünlere gelmesi önemli bir zaman almış. Bu noktada firmaların acele etmemesi gerektiğini düşünüyorum.